Martigny pazarı her perşembe meydana giden yolda kuruluyor. Pazar’da bizdeki gibi sebze meyve, peynir zeytin, kıyafetin yanısıra değişik stant veya kamyonlarda yiyecek de satılıyor. Asya yemekçisi, çörekçisi, pizzacısı, vs. Benim favorim pazarın pizza kamyonu.
Buralarda normalde bir pizza 15-25 frank aralığında değişiyor. Pizza kamyonlarında ise bu fiyat genelde 10 frank civarına inebiliyor. Ve nereden alırsanız alın ne daha iyi ne daha kötü pizzalar. Yani bir Alex değil hiçbirisi tabi ama rezil de değiller. Neyse, bizim pazardaki teyzenin pizzası ise ne alırsan al 6 frank. Dolayısıyla fiyat performans olarak İsviçre’de rakipsiz.
Fransa’da evimizin hemen yanında akşamları kamyon çekip pizza satan Jean-Philip ile kanka olmuş, yeni kamyonuna Türkiye’den nazar boncuğu bile hediye etmiştik. Fransa’dan ayrılırken bize telefon numarasını vermiş, “buraya tekrar gelirseniz kesin uğrayın” falan diye ısrarla tembihlemişti. İyi adamdı velhasılkelam. Onun hatırının da gazıyla, muhtemelen çoğu perşembe pizza alacağım bu pazarcı teyzeyle de muhabbeti ilerletmem kaçınılmazdı.
Teyze, yanında kızı ve torunuyla çalışıyor. 3ünde de bariz bir Endonezyalı tipi var. Bugün nereli olduğunu sorduğumda da Endonezyalı olduğunu doğrulamış oldum. İnsan göçebe hayatı yaşadıkça bu tür köken tahminlerini yapmayı da geliştiriyor. İnsanları sınıflandırmak, yaftalamak, yargılamak asla doğru olmasa da belli tipleri, tavırları, bakış açılarını ayrıştırabiliyorsunuz.
“Buralarda Endonezyalı gibi görünen çok kişi gördüm. Taa oradan buraya neden geliyor insanlar? Çok mu kolay gelmek?” diye sordum. Teyze histerik bir şekilde sesli güldü ve “hayır” dedi. Aslında beklediğim cevaptı bu. Türk olduğumu öğrenince biraz “göçmenin” zorluklarından, buralarda “yabancı”ları nasıl istemediklerinden bahsettik. Teyzeye “bizim Türkiye’den gelmek zor, sizin taa oradan gelmek nasıldır kim bilir” der demez şikayeti ortaya çıktı. Meğer 2 yıldır kızına oturma izni çıkartmaya çalışıyormuş. Avukatlar tutmuş, herşeyi denemiş. Muhtemelen zaten gıdım gıdım biriktirdiği paraları bürokrasiye ve avukatlara saçmış ama yok.
Endonezyalı teyze müşterilerle Fransızca, kızıyla Endonezyaca, torunuyla İngilizce konuşuyor. Neden torununa İngilizce konuştuklarını sorduğumda klasik göçmen ebeveyn cevabını alıyorum: Ne kadar çok dil öğrenirse büyüdüğünde onun için o kadar kolay olur.
Göçmenlerin derdi sadece istenmemeleri değil. Dil değil. Uyum değil. Para değil. Saymakla bitmiyor. Biz bile, ki biz göçmen değiliz, “fakir” değiliz, eğitimsiz değiliz, buralara gelmek zorunda bile değiliz, teorik olarak kağıt üzerinde eğitim ve altyapı olarak her milletin kendisi için çalışmasını isteyeceği insanlarız ama yine de ne zorluklar çekiyoruz. Göçmenlik bence dünya tarihinin her zaman en büyük sorunlarından birisiydi, bugün de hala öyle.
En kötüsü de 80 yıldır artarak yayılan ekonomik düzen, kapitalizm ve son yan etkisi küreselleşme, bu sorunu iyiden iyiye büyütüyor. İsviçre yabancıları istemiyor. Çünkü gelenlerin düzeni bozmasından, kaynaklarını “boşa” tüketmesinden korkuyor. Endonezyalı teyze de torunu İsviçre’de büyüsün istiyor çünkü ülkesinde açlık var, işsizlik var. İş olsa bile üç kuruşa uzun mesailerde çalışmak var. Belki siyasi sorunlar var. Bütün bu sorunların bugünkü körükleyicisi ise “küreselleşme” denen meret.
iPhone fabrikasında bir iPhone üretimi 3-5 dolara mal oluyor. Fabrika işçileri bilmem hangi Asya ülkesinde günde 10+ saat çalışıp ayda 30 dolar maaş alıyor. Amerika’da, Türkiye’de, tüm dünyada da bir iPhone bilmem kaç yüz dolara satılıyor. Onu alan vatandaş da bir güzel arkadaşlarına havasını atıyor. Gurur duyuyor teknolojiyi takip ettiği için.
iPhone yalnızca bir örnek. Apple günümüzün en “karlı”, yani başka bir deyişle “en sömürgeci” şirketi olduğu için özel olarak bu örneği seçtim. Halbuki elektronikten çok önce petrol vardı. Ondan önce elmas vardı. Daha da önce altın vardı. Asya’dan gelen ipek vardı, Amazon’dan gelen ağaçlar vardı. En önce de insanlar kaynaklar üzerinden dolaylı değil, doğrudan köleydi. Düzen hep benzerdi, ama her seferinde adı başkaydı. Önce kölelik dediler, sonra sömürge oldular, ardından koloniler geldi. Bugün ise aynı şeye biz küreselleşme diyoruz.
1000 yıl önce köle sayısıyla övünenler, 100 yıl önce ucuz elmaslarıyla övünüyordu. Bugün ise iPhone5 ve Samsung’un ekranlarını karşılaştırıyor, IKEA’dan alınmış yatakta huzurla uyutuluyoruz.
Göçmenlik nedir ben asla perşembe pazarındaki Endonezyalı pizzacı teyze kadar bilmem, anlamam imkansız. Ama küreselleşmenin daha çok aileyi parçaladığını anlamak için bakmanın sadece bir adım ötesine geçip, görmek yetiyor.
.
edit: İndonezya değil Endonezya olacaktı (Çağlar’a teşekkür), hepsini düzelttim ama sayfa adresi maalesef aynı kalıverdi artık.

Bir yanıt yazın