Blog

  • 14 Eylül 2017

    Bugün yıllar sonra ilk defa yazmaya dönüyorum. Belki de dönemiyorum. Her seferinde bir hedef koymanın baskısıyla dönüş yaptığımdan olsa gerek, en ufak sapmada moral bozukluğu, başarısızlık hissi, bir çeşit özgüven yıkımı beni daha da dibe sürüklüyordu. Bu defa en iyi yaptığım şeyi yapacağım ve başkalarının hatalarından ve yorumlarından ders çıkarttığım yeni bir şey deneyeceğim. Tek amacım “consistency”. “Perseverence” mı diyorlar? Sonra kontrol etmek gerek hangi kelime doğrusu, veya hangisi Türkçe’si. Ama sonuçta sürdürebilmek asıl amacım.

    Yazarlar, düzenli yazmanın iyi yazmayı doğurduğunu söylüyor. Ne yazdığın önemli değilmiş, önemli olan bir sistem dahilinde düzenli yazmakmış. Zaten her şey bir sistem dahilinde ancak gelişmiyor mu?

    Aylardır kendime ne zaman yazma vakti ayırtabilirim diyorum. Sabahları yazmak içime sinmiyordu. Nesli uyurken gizli gizli iş yapar gibi. Akşamları yazmak içime sinmiyordu, beyin yorgun. İşte yazmak içime sinmiyordu, mesai saatinde özel iş olmaz ya hani! Uyurken de yazamıyor insan, malum. Halbuki bunlar hep suni dertler. Yakaladığın an yazacaksın. Düzen iyidir elbet ama asıl önemli olan yapmış olmak. Her günse her gün. Her haftaysa her hafta.

    Göreceğiz bakalım, bu sefer başarabilecek miyim.

    Önceki örneklere bakarsak, olacak.

    2015 hedefim Kur-an’ı okumaktı. Uygun gördüğüm zamanlarda biraz biraz okumak beni çok ilerletmedi. Sonuçta yoğun, beyni yoran ve çok tekrar eden bir kitap. Artı mecazlar, göndermeler… Kasım ortalarında halen ancak yarılamıştım okumayı. Çünkü insan üşeniyor. Tek sebebi bu.

    Ardından bir sistem oturtmak zorunda kaldım. Her gün 10 sayfa okursam yıl sonuna kadar bitecekti. Her sabah okudum. Arada kaytardığım tek tük gün yüzünden son haftaya biraz daha fazla okumam gerekti. Ama bitirdim.

    İnsanın Kur-an’ı sanki yarışmışçasına okuması garip gelebilir. Ama burada konumuz o değil. Sistemi oturtup sürdürdükçe, sonuç geldi.

    2016 hedefim tek seferde 10km koşu, 100 kulaç yüzme ve 100 şınav üçlemesini tamamlamaktı. Haliyle kışın koşuyla çalışmalara başladım. İlk bir iki seferde insan açılıyor hemen. Ama sonra tıkanıyor. Haftada bir, belki 2 koşunca insan sonuçta kondisyon çok hızlı artmıyor.

    Koşuda bir de işin psikolojik boyutu var. Belki de herşeyden önde o var. Bilemiyorum. Belki de hedef 10km ufak bir hedef olduğu için böyledir. Bana o zamanlar çok büyük bir hedef gibi geliyordu.

    4-5 koşu denemesinin ardından 2 km’de tıkandığımı görünce kendime 2, 5, 7.5 ve 10 km için noktalar belirleyip her seferinde aynı yönde koşmaya karar verdim. Düz bir hat, yokuşsuz, ki konsantrasyonu zorluklar bozmasın.

    Yine olmadı.

    Ardından kendime sistem oturttum. Her gün, ne olursa olsun, bir önceki günden fazla koşacaktım. Gerekirse 1 adım 1 adım arttırıp, yıl sonuna kadar 10 km’yi görürüm diye düşündüm.

    İlk denememde gerçekten 1 adım fazla atabildim. 2 km işaretim Migros otoparkıydı. Bir önceki gün otoparktan biraz gerideki durakta nefes almıştım, o gün otoparkın köşesine kadar zorladım kendimi. Aradaki fark 1 adım değilse bile, 20 metre bile yoktur. Ama artık bir sistemim vardı, kurala uymalıydım!

    Ertesi gün random playlist bir şekilde iyi mi denk geldi de motivasyonum artmıştı, o gün daha mı düzgün beslenmiştim, ya da artık ne olduysa, Migros’a geldiğimde içimde sanki bir 100 metre daha, belki 500 metre daha gidecek güç vardı. Kendi kendime hazır fırsatı yakalamışken gittiği kadar gideyim dedim. Demez olaydım. O gün “ha gayret biraz daha” diye diye 5km işaretimdeki balıkçıya kadar ara vermeden koştum. Koşmaz olaydım çünkü artık bir sonraki seferde 5 km’yi bir adım geçmem gerekecekti.

    Bir sonrakinde yine nefes nefes 5 km artı bir adım ancak başardım. Ondan bir sonrakinde de onun üzerine birkaç adım daha ekleyebildim. Acaba sınırım bu muydu, tıkandım mı? 2 kere aynı yerde tükendim derken bir sonraki gün yine bir playlist gazı, denk geliş güneşin gözümü almaması, havanın yeterince serin ama rüzgarsız olması gibi binbir uygun koşul altında bir baktım 7.5 km işaretime, balık haline gelmişim.

    O gün kendime bu koşu hedefi işkencesini daha fazla yapmamaya karar verdim. Nefes nefese 7.5 km’ye doğru giderken düşündüm, ve bu işi ne olursa olsun bitirme vakti geldiğini söyledim kendime. 10km’de eve varıyorum. Normalde yürüyerek bitirdiğim bizim sokağı, dilim sarkmış, nefeslerim artık haykırır, sportif bir görüntüden çok uzak şekilde bitirişimi umarım kimse görmemiştir. Eve girdiğimde aynada kendimi hiç görmediğim kadar kırmızı bir suratla gördüm.

    Ama başardım. Hedefi başarmanın gururu yoktu ilginç bir şekilde. Hedeften kurtulmanın rahatlığı vardı. Sistemimin çalışmış olduğu hissinin gururu vardı. Ama hedefi başarmanın zevki falan yoktu. Kendime mis gibi bahar havasında haftalarca işkence etmiştim.

    O yaz 100 kulaç hedefimde de aynı taktiği denedim. Meğer yüzmede iş daha zormuş. Çünkü nefes kolay açılmıyor, ritim herşeyden önemli, kramp denen bir mevhum var ve su yutunca veya nefes alamayınca insan boğulup ölebiliyor.

    Aynı taktikle her seferinde bir kulaç daha fazla taktiğime bu defa en başından başladım. İlk gün 20lerden 5. denemede 80lere ulaşmak zor olmadı. Fakat bu işkenceyi bitirmeye karar verdiğim o son günkü son 20 bana boğulmanın nasıl bir şey olabileceği hakkında bir fragman gösterdi. Matah bir şeymiş gibi adeta ölümüne attım son 10 kulacı. Nefes yok, güç yok, ilerlemiyorum bile belki. 10 kulaçlık bir suda çırpınış. Marifetmiş gibi, sırf hedef koymuşum diye.

    Onu da başardım. Ama ne bir gurur, ne bir zafer hissi. Yine sadece bu eziyetten kurtulmuş olmanın rahatlığı vardı.

    Bütün bunlar olurken, şınavları da çalışıyorum. 100 şınav nasıl büyük bir hedefmiş anlatamam. Denemeniz lazım. 5, 10, 20 derken insan bunu yapabilirim diyor. Fakat 30, 40, 50 dediğinde tıkanıyor. Şınav çekerken kol kaslarımı yırtmış veya zedelemiş bile olabilirim. Yüzme veya koşu gibi, motivasyonla olacak iş değil sonuçta. Fiziksel bir gelişim şart.

    Onu başaramadım. Pes ettim. 45teydim sanırım. Ama hiç üzülmedim. Çünkü başarırsam sonunda duyacağım hissi artık öğrenmiştim. Sırf bitirmiş olmak için bir şeyi bitirmek bir zayıflıkmış. 45te pes ederek irade yaptığıma kandırdım kendimi. Belki de avuttum kendimi demem gerek. Ama aynı eziyeti kendime 3. kere yapmak istemedim. Bu eziyeti yaparken kol kaslarımı yırtmak, daha fazla abuk subuk hedefler için kendimi hırpalamak istemedim.

    Eğer 100 şınavı da başarsaydım, 2017 hedefim yazmak olacaktı. Bir hedef koyacaktım kendime. Planım oydu en azından. Şu kadar kelime, veya şu kadar blog veya ortalama şu kadar günde bir yazmak falan. Bu tür işler hedef koyarak sürdürülebilir başarılacak işler değil. Okurken, koşarken ve yüzerken bunu anladım.

    Önemli olan sistem. Sürdürülebilir bir sistem.

    Şimdi onu deneyeceğim. Sürdürebilirsem başarabileceğim, ama acaba sürdürebilecek miyim?недорогое продвижение сайтаперламутровий

  • Amatör kümenin yıldız futbolcusu

    Amatör kümenin yıldız futbolcusu

    Geçen ay 14 gün Fas turu yaptık. Orda burda konuşup Türk’üm dediğim her vatandaş istisnasız Erdoğan’ı tanıyordu. Hatta bir tanesi Türkiye’nin yerini yurdunu bilmiyordu ama Erdoğan’ı kendi başbakanı gibi takip edip seviyordu. Başka birisi de abartıp “keşke ben de Türk olsaydım” diyerek bize ne kadar imrendiğini söylemişti.

    Sırf Fas değil tabi. Öncesinde tanıştığım bir sürü Cezayir’li de Erdoğan’a hayranlığını dile getirmişti. Bu insanlar de “sokaktaki adam” değil, Fransa’da, İsviçre’de doktora yapan insanlar. Bunlardan da bir tanesi “keşke ben de Türk olsaydım” demişti.

    “Ezilen müslüman ülkelerin önderi” gibi bir imajı var Ertoğan’ın bu gariban ülkelerin gözünde. Yok biz çok şanslıymışız da böyle hem ülkeyi kalkındıran hem batıya kafa tutan bi liderimiz varmış da, yok Atatürk olmasaymış ne güzel biz de Arapça okur anlar mışız da, halifelik kalkmasaymış müslüman alemi hala tek vücut olurmuş da…

    Ak Parti işte tam olarak bu insanlara oynayarak bir nevi “2. Osmanlı” hedefine gidiyor. Bu iyi mi kötü mü tartışılır, sonuçta siyasi bir ideal ama hayatta genel prensip olarak kendinden ileride olan kişileri örnek almalı insan. Bizse “baş ol da istersen soğan başı ol” mantığıyla takılıyoruz. Sonra neymiş, “büyük Türkiye”… Avrupa Birliği, ilericilik, muasır medeniyet lafları bizim için amaç değil, birer araç. Asıl hedef olsa olsa geri kalmış ülkeler arasında göstermelik bir yıldız olmak.

    16 senelik futbol kariyerinde amatör kümenin yıldız futbolcusu olmaktan ileri geçmemiş bir kişinin başbakan olduğu ülkede zaten olacağı budur. Vizyonumuz, “amatör kümede çok süper oynardı, az daha Fenerbahçe’ye transfer oluyordu” cümlesiyle gurur duymakla sınırlı.

    basbakan-erdogan-kasimpasa3 cryptopharmacy.orgcpm advertising networks

  • Soma

    Soma

    Bazen daha duygusuz olmayı istiyorum. Çoğunda ağır geldiğinden.

    Kendi işime bakmaya devam etmek, erişemeyeceğim dertleri kendime yük etmemek istiyorum. Yıllardır yurtdışında bunu çoğu zaman yapabiliyorduk, ama bazen olmuyor işte. Ne kadar kendini avutsan da “uzağım, ne yapabilirim ki, sen işine bak işte” diye… Bazen olmuyor. Çoğu zaman oluyor da işte… Bazen olmuyor.

    Bazen yetmiyor hislerim. Çoğu zaman silah olarak kullandığım yumuşatma taktiklerim, görmezden gelme manevralarım, refleks olarak kullanıldığında bazen kendimi bile tiksindiriyor. Zaten bazen işe de yaramıyorlar. İşte o işe yaramadıkları zaman, eksilmemiş haliyle bile hislerim yetmiyor. Bazen taşmak istiyorum. Taşsam da en azından birazından kurtulsam. Bir bardakmışım gibi, içimde pislik ağzıma kadar dolmuş gibi. Biri üzerime bir damla daha koysa da bari en azından belki taşarken biraz pislik akar. Ama yetmiyor hislerim taşmaya. Doluyor, doluyor, sadece şişiyor, kabarıyor.

    Bugün taştım. Ergenliğimde böyle değildim, sonradan oldum sanırım böyle. Zor ağlıyorum… çok şükür mü desem ne desem bilmem. Normalde iyi bişey gibi, reflekslerim, manevralarım işe yarıyor demek. Ama bugün taştım. Zoru başardım sanırım. Onu da ben yapmadım ya, yaptılar. Yaptılar da bana mı yaptılar sanki? 300 diyorlar ama belki 500 kişiye yaptılar. O yüzden taştım. Sabrım da kolay taşmazdı halbuki, gözüm de. Bugün gözümden taştım.

    Bazen üzülüyor insan. Benim gibi üzüntüsünü bastırma refleksi geliştirmiş biri demek ki bazen üzüldüğüne bile sevinemiyor. “Üzüldüysem demek…” diyor, “çok üzücü”. Bazen üzüldüğüne bile üzülüyor insan. лобановский александр харьковWPS Performance Station отзывы

  • Bize herşeyin hologramı yakışır

    Bize herşeyin hologramı yakışır

    Yol medeniyettir dedik. Duble yol yapalım ki trafik kazaları azalsın dedik. Her yere duble yol yaptık. Kazalarda en ufak bir azalma yok. Yunanistan’dan otobanla gelip bizim sınır kapısından girer girmez yarım saat sonra duble yola geçiyorsun. Yarım saat önce 160’la gitsen ruhun duymayacak yoldan geçmişsin, artık hız sınırının altında 100’le gitmeye korkuyorsun. Yollarda görüntü güzel, içi boş.

    Bu yurdu demir ağlarla asıl biz ördük dedik. Bakmayın yeni eklediğimiz rayların iki damla olduğuna, sonuçta hızlı treni Türkiye’ye biz getirmişiz. Yepyeni vagonlar almışız. Gel gör ki başta bir iki kaza yaptık. Duble yolda arabayla daha hızlı gidebiliyoruz. Geçen gün de bir kuş sürüsünü telef ettik. Yatırımda görüntü güzel, içi boş.

    Kriz bize teğet geçti çok şükür. Bakmayın Derviş paketini birebir uyguladığımıza, sonuçta istikrar olmasaydı olmazdı. Şimdi bütün dünya krizden çıkmış toparlanıyor, biz döviz neden artıyor diye şaşırıyoruz. Ama bugün açıkladık, hepsi Merkez Bankasının suçu dedik. Ekonomide görüntü güzel, içi boş.

    Eğitimde Finlandiya halt etmiş. İlkokullarda süt dağıttırdık bizim ahbaplara. Bakmayın bikaç çocuk zehirlendi. Onların alerjisi varmış. Bütün okullarda tablet dağıttırdık yine bizim ahbaplara. Bakmayın siz internetin iflahını kestiğimize. Bizim tabletler internet olmadan da çalışıyor. Bizden mucit çıkmaz biliyorsunuz, ara eleman ülkesiyiz biz. O yüzden bunlar aslında çok bile. Eğitimde görüntü güzel, içi boş.

    Teknoloji de bizden sorulur. Uydu, araba, telefon falan kasmayın. Dedik ya ara eleman ülkesiyiz. Montaj bizden sorulur. Ayrıca Facebook, Twitter falan da hep kötü teknoloji. Batının iyi yanlarını almak lazım malum. O yüzden holograma yatırım yapıyoruz biz. Sonuçta bize en çok yakışan teknoloji de budur. Görüntü güzel, içi boş. сероголубойгинекология частная клиника

  • Çok çalışmayın

    Çok çalışmayın

    İnsan gittiği her yerden gördükleri ve öğrendikleriyle değişmiş ve umuyorum ki gelişmiş olarak ayrılıyor. Bazen de ayrılamıyor. Avrupa’da yaşamanın bana öğrettiği sanırım en önemli şey ise artık klişeleşmiş “önemli olan nicelik değil niteliktir” sözünün önemi. (quality > quantity)

    Bunun çok örneğini yaşadık. İnsan gurbette ilk önce seçici olmamayı öğreniyor mecburen. O kültüre ait olmadığın için market alışverişinde bile aslında seçeneklerin azalmış oluyor. Çevreni geride bıraktığın için gittiğin yerde arkadaş çevresi potansiyelin azalıyor. Daha az iş imkanı, daha az insan, daha az televizyon kanalı içinden tercih yapmayı öğreniyorsun. Bu tercihler başta yadırgansa da sonunda insana neyin gerçekten kıymetli olduğunu farkettiriyor. Çünkü aradığınız herşey olmadığı için, elinizdeki az seçenek arasında cebelleşirken asıl önceliklerinizi daha net belirlemek zorunda kalıyorsunuz.

    Buna bir örnek de kişinin işine ve çalışmaya bakışı. Fransa’ya ilk gittiğimizde 6 haftadan başlayan yıllık izin, üzerine bizdeki kadar dini ve resmi tatil, haftalık 35-40 saat resmi çalışma sürelerini aklımız almamıştı. Meğer Avrupa’da racon buymuş. Amerika’dan ithal “modern kölelik” sistemine adapte olmuş biz Türk gençleri için bunu hazmetmek biraz zaman aldı.

    Başta çok anlamadık “bu adamlar nasıl hala batmıyor?” diye. Sonra Euro bölgesindeki Yunanistan ve Portekiz krizleri ile doğu Avrupa’nın sefaletini görerek bu durumu sorguladık. Halbuki şöyle bir tablo var:

    Dünya'da çalışma saatleri

    Bu tabloda bence açıkça görünüyor ki çok çalışmanın krizdeki ülkelere bir faydası yok. Fransa, Almanya, İsviçre başta olmak üzere birçok ülkeden çıkarttığım ders ise, asıl marifet çok çalışmak değil doğru çalışmak. Doğru ürünü doğru üretmek, doğru sistemi kurmak.

    Çok klişedir ama çok da haklıymış. Nicelik değil, nitelik önemli. Yemek yerken, eğlenirken, arkadaş seçerken, gezerken, konuşurken, okurken, uyurken, ve bence günün en büyük kısmını kapladığı için en önemlisi de çalışırken…

    Dolayısıyla çok çalışmayın, doğru çalışın. Verimli çalışın. Ya hakkını vererek çalışın ya da hiç çalışmayın.

    Eğer sürekli günde 10 saatten, haftada 6 günden fazla çalışıyorsanız MUTLAKA birşeyi yanlış yapıyorsunuz demektir, ya işinizde ya da özel hayatınızda… отследить международную посылку из китаятееграмм